Corona Salgını !

Az önce bir gönderiyi okudum. Bir fuarcılık ve etkinlik şirketi (gönderi sahibi şirketin ismini vermemiş) ülke çapındaki etkinlikler iptal edilip; işler büyük sekteye uğrayınca, şirket çalışanlarını belirli süreyle ücretsiz izin yapmaları için evlerine yollamış. Aynı kişi eklemiş bu şirket iyi paralar kazanırken pirim vermediği ve ödüllendirmediği çalışanına şimdi neden bu durumun sorumluluğunu yükler. Şimdi ben de soruyorum size ücretsiz izne çıkan insanlar, yemeye içmeye ve kira ödemeye devam etmeyecek mi?

Dünya çapında gerekli önlemlerin zamanında alınmasını çok doğru buluyorum, ülkemizde de zamanında ve gerekli önlemler alındı bana göre. Fakat virüsün yayılmasını engelleyelim derken aşırı bir panik ve kaygının yayılması, önlem alalım derken insanların işsiz parasız kalması, hatta bu durumun ne kadar süreceği belli olmadığı için insanların aç kalması veya büyük bir korku ve endişe ile evde oturması daha mı iyi olacak emin değilim. Başka çözümü yok mu? Geçici süreyle 1/3’ini kesersin maaşın ya da ne bileyim daha iyi bir çözüm bulursun. Ama adamı beş parasız ve belirsiz süre için eve göndermek ne demek? Umarım yetkililer bu ve benzeri fırsatçılık eylemlerine hemen önlem alır. Bu kabul edilemez.

Benim burnuma artık ortamda ki fırsatçıların bu konuyu kullanmaya başladığını ve zaten kötü giden ekonominin faturasının Coronaya çıkarılmaya çalışıldığı gibi bir koku geliyor. Ortam fırsatçı dolmaya başladı. İnsanların kaygı nedeniyle almaya başladığı her şeyi aşırı pahalı satmak da büyük fırsatçılık ve bunu yapanlara ciddi cezalar verilerek caydırıcı önlemler alınması gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim şirketin fırsatçılığına da cezai bir yaptırımla engel olunması gerektiğini düşünüyorum. Kriz yönetimine maalesef bunlarla mücadele de dahil oldu. Dengelerin bozulmadan baştan önlem alınması kaos ve kaygının önlenmesi bakımından çok önemli bunların acilen ele alınmasını diliyoruz.

Dünyanın gidişatına baktığınızda global krizin sebebi de Corona olacak gibi görünüyor ve bu yüzden en fazla fedakarlık yapması gereken kişiler halk mı olacak? Domuz gribi salgınları sırasında böyle şeyler hatırlamıyoruz ve gripten meydana gelen ölüm vakalarının ne kadarının tespit edilip istatistiklere geçtiğini de bilmiyoruz. Ama şu an bütün dünyanın zaten berbat olan ekonomisi Corona yüzünden çöküşe doğru gidiyor. Salgından ölmesek, açlıktan öleceğiz. Önlem alacağız tabi: Kalabalık ortamlara girmeyip; hijyenimize dikkat edeceğiz, gerisi tevekkül, olan oluyor, dünya da dönüyor.

#fundabilgin #bilginanne #fundabilgin #bilginfunda #fundakaraaslan #corona

8 Mart Kadınlar Günü

“Eğer kadınlara saygı duyamazsan, başka hiç kimseye saygı duyamazsın, çünkü sen kadınlardan geldin. Kadın sana dokuz ay annelik yaptı, sonra her şeyle ilgilendi, seni yıllarca sevdi. Ve sonra tekrar….bir kadın olmadan yaşayamazsın. O senin tesellin, sıcaklığındır. Hayat çok soğuktur; kadın senin sıcaklığın olur. Hayat çok sönüktür, kadın senin ilhamın olur. Hayat çok fazla aritmetiktir; kadın senin şiirin olur. O senin hayatına zarafet verir. O seninle ilgilenir. O seni sever, müthiş bir şekilde, bütünüyle, seni sevmeye devam eder” Osho.

Sevgili kadınlar, sadece başkasından beklemeyin, önce siz kendi değerinizi bilin. Artık zaman eşitlik bekleme devri değil. Önce kendinizin ve yaptıklarınızın kıymetini bilin, sonra da kızınıza kıymet verin, ona sorumluluk verin ama asla kimseye hizmet ettirmeyin. İkramla, hizmetin farkını siz de iyi öğrenin. Siz de kimsenin hizmetçisi değilsiniz. Anaçlık ve hizmetçilik arasında ki farkı iyi bilin. Yaptığınız her şeye değer verin. Sevdiklerinize, çevrenize, eşinize, çocuklarınıza, en önemlisi hayatınıza değer verin. Hayatınızdan ve sizden daha kıymetli ne var ki? Unutmayın, kadın erkek haklarının eşitliği mücadelesi günümüzde artık özgüveni yüksek ve kendine değer veren kadınların varlığı ile şekil değiştirdi. Kadınlar artık birileri onlara hak ve eşitlik versin diye beklemiyor, direk alıyorlar haklarını. Çünkü bütün emeklerinin ne kadar değerli olduğunu o kadar iyi biliyorlar ki. Bu hakları elde etmek için nesillerdir ölen, yaralanan, eziyet ve işkence gören kadınların hayatlarını o kadar iyi biliyorlar ki…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününe dair: 8 Mart 1857’de NY’da bir tekstil fabrikasında grevde olan işçiler; polis saldırısı sonucu fabrikaya hapsedildi. Maalesef fabrikada yangın çıktı ve 129 kadın işçi hayatını kaybetti. O günden beri 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmakta ve bu 129 emekçi kadın anılmaktadır.

Bu kadınlar insanca şartlar altında çalışabilmenin bedelini hayatlarıyla ödedikleri için bizlerin, o günleri sadece hatırlayıp geçmeyip, bütün insanların insanca yaşama ve çalışma haklarına saygı duyarak, bu konuda elimizden geleni ve üzerimize düşeni yapmalıyız.

Kısa Not: Çalışmayan kadın emekçi sayılmaz mı? Ev kadınlarının emeklerinin bedeli de maddi manevi ödenemez. Kadınlar çalışkandır, bütün gün ev işi yaparken bir yandan da çocuklarının bakımını sağlarlar. Ev işi, yemek, çocuk bakımı ve çocuğun yetiştirilmesi çoğunlukla ev kadınlarının işidir. Ayrıca ev kadını olup da el işi ile aile ve ülke ekonomisine katkıda bulunan nice kadının emeğinin karşılığı ödenemez. Köyünde, kendisinin ya da komşusunun bağında bahçesinde çalışan binlerce –kayıtsız- tarım emekçisine de buradan sevgiler, saygılar sunuyorum… Bütün kadınlar fedakarca emek veren emekçilerdir.

#kadınlargunu #dünyaemekcikadinlargunu #8mart #fundabilgin #bilginanne #bilginfunda

(Öykü) Genç Posta Dergisi (1. Bölüm)

Otobüs hızla giderken, gözlerim yollarda, aklım ise geride bıraktığım evimdeydi. Üniversite sonuç belgesinin eve ulaştığı anı hatırladım, tüm ev halkı mutluluktan havalara uçmuş, sevinçten evin içinde zıplayıp durmuştuk. Sonunda başarmıştım, artık dünya benim için dönmeye başlıyordu, uzun zamandır hayalini kurduğum o hayat gerçek oluyordu.
Evdeki gurur ve mutluluk zamanla yerini hüzne bıraktı. İlk defa evden ayrılıyordum. İlk defa evimden başka bir yerde yaşayacaktım. Annemin şefkat dolu kucağını, babamın güven dolu varlığını artık geride bırakıyordum. Eğitimim hazırlıkla beraber 5 sene sürecekti, bu zaman dilimi şimdiden gözümde büyüyordu. Ailemle beni sanki sonsuz bir ayrılık bekliyordu. Evimizin kapısından çıkıp gidersem, sanki burası bir daha benim evim olmayacak gibi hissediyordum. Annem yüzünde zoraki beliren bir gülümseme ile eşyalarımı hazırlamama yardım etti. Babam her akşam eve gelirken, ihtiyacım olduğunu düşündüğü bir sürü eşya ile çıka geliyordu. Önceden konuşup planladığımız eşyalar olmadığından, şaşırdığımı belli etmemeye çalışarak, nazikçe kabul ediyordum getirdiklerini.
Zaman ilerledi ve evden ayrılma zamanı geldi çattı. Bütün eşyalarım hazırlanmış kapının önüne yığılmıştı. Tek yapmamız gereken eşyaları arabaya yerleştirmek ve oto gara doğru yola çıkmaktı. Gitme vakti gelmişti ve sırada vedalaşmak vardı. İçimi tarifsiz bir hüzün kaplamıştı ve hayatım bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Evdeki sessizlik, ölüm sessizliğinden farksızdı. “Vakit geldi, eşyaları aşağı indirelim” dedi babam. Annem sessizce, “Henüz erken değil mi” dedi. Babam “Trafik olabilir, daha eşyaları yerleştireceğiz” şeklinde yanıt verdi. Tüm aile beni üniversiteme yollamak için evin girişinde toplanmıştı. Ablama sıkıca sarıldım, abime ise neşelendirecek bir iki şey söyledim. Eşyalarımı arabaya yerleştirdik ve yola koyulduk. Garaja geldiğimizde vaktimiz azalmıştı ve gecikmeden eşyalarımı otobüse yerleştirip, annem ve babama sarıldım. Annem ve babam az konuşmaya özen göstererek bana sarıldılar ve ağlamamak için kendilerini tuttuklarını belli eden her zamanki kaçamak hareketlerle gözlerini benden kaçırdılar. Biz şu ana dek duygularını zor belli eden bir aile olmuştuk ve her zaman ağlamaktan kaçındık. Sessizce yanlarından kaçtım ve otobüsteki yerime oturdum. Yerime oturdum ve dışarıyı seyre daldım, gözüm yollarda, aklım, ailemdeydi.
******
Geçen ay kayıt işlemlerimi tamamladığım ve kalacağım yeri ayarladığım için, eşyalarımı yerleştirmekten başka yapacak işim yoktu. Kampüs içinde bulunan kız yurtlarından birine yerleştim. Bölüm arkadaşlarımı, kampüs hayatını ve üniversite yaşamını kısacası yeni hayatıma dair her ayrıntıyı öğrenmek için sabırsızlanıyordum. Odama yerleştim ve yatağıma uzandım. Henüz odada yalnızdım, sabırsızlıkla oda arkadaşımın gelmesini beklemeye koyuldum. Yol yorgunluğu, yatağa uzanınca kendini belli etmeye başlamıştı. Göz kapaklarıma engel olamıyordum. Uykuya teslim olmam uzun sürmedi. Düşümde kalabalık bir sınıf ortamında buldum kendimi, yaklaşık 30-40 kişi kadardık ve hararetli bir tartışmanın ortasındaydık. Bir iki arkadaşla bu tartışmayı yönetiyorduk ve sınıftaki herkesin oldukça heyecanlı olduğu yüzlerinden belliydi. Kalabalıktan bir arkadaş öne atılarak, sabırsızca uzun uzun konuştu “Bizim sorunlarımızı, bizden daha iyi kimse anlayamaz, artık gençlerin konuşma zamanı geldi, bu üniversitedeki her öğrenci bu derginin yazarı olacak” . Kapının açılma sesiyle uyandım, kapıdan giren oda arkadaşım olmalıydı ve biraz önce rüyamda gördüğüm kıza şaşırtıcı bir şekilde benziyordu. “Merhaba, hoş geldin” dedi gülümseyerek. Güler yüzü ve sıcaklığı içimi ısıtmıştı. Ona aynı şekilde karşılık verdim, “Merhaba, hoş buldum”. Sıcaklığı ve içtenliği bana evimi hatırlatmıştı. Güzel bir dostluk doğuyordu ve ben bundan daha fazla güzelliğin az önce kapıdan girdiğinden henüz habersizdim.
*******
Zaman hızla geçiyordu ve sonbaharın etkisine giren kampüs muhteşem renklere bürünüyordu. Sonbahar benim için artık sadece sarı bir renkten ibaret değildi ve hayatımda daha önce görmediğim bu müthiş renkler beni hayrete düşürmüştü. Senelerdir ara verdiğim yazmaya yeniden başlamak için içimde inanılmaz bir istek duyuyordum. Sonbaharın renkleri belli ki sihirliydi. Kampüse değen sihirli değnek her şeyi hızla değiştiriyordu. Günlük yürüyüşlerimden birindeydim ve çiselemeye başlayan yağmuru fark edince yavaşladım ve bir banka oturdum. İnsanları izlemeye başladım, onların hızlanan yağmurdan kaçışmalarını seyrederken, mis gibi kokan toprak kokusunu içime çektim. Gözlerimi kapadım ve kendimi bir sahilde hayal ettim. Sahilde yağmurlu bir günde çıplak ayaklarımla kumların üzerindeydim.

“Bu yazının 5846 numaralı Telif Hakları Kanunu uyarınca tamamının ya da parçalarının kopyalanması, izinsiz olarak yayınlanması, yazarının adının değiştirilmesi, üzerinde hak iddia edilmesi yasaktır. Kanunun 71. maddesi uyarınca bunun aksi davranışlar hakkında kanuni işlem yapılır.”

Yatılı Bakıcı Arama, İşe Alma ve Çalışma Rehberi

Yatılı Bakıcı Arama, İşe Alma ve Çalışma Rehberi
Öncelikle evinize kamera taktırın. Sadece bakıcı odasını, banyo ve tuvaleti es geçin. Yatak odasını ve mutfağı kesinlikle atlamayın.
Görüşmelere başlamadan arama sürecinde,
İhtiyacınız Olan Yatılı Bakıcı Kriterlerini Belirleme:
• Hangi yaş aralığında (deneyimlerim küçük ve hareketli çocuk bakımı için 25-45 yaş aralığının uygun olduğunu gösterdi )
• Hangi milliyette
• Hangi dili konuşan (Sizinle ve çocuğunuzla doğru ve kolay iletişim kurabileceği en az bir dili yeterli konuşabilmeli )
• Deneyimli-deneyimsiz
• Referanslı olsun mu? Çocuk bakımı referansı mı, ev işi mi?
• Yemek bilsin mi? (Yemek tecrübesi değişkenlik gösterir, neler bildiğini mutlaka telefonda öğrenin
• Yabancı uyruklu ise oturma/çalışma izni olsun mu?
Nasıl bulabilirsiniz?
Bakıcı arama siteleri, sahibinden.com gibi ortamlar, facebook grupları, danışmanlık şirketleri, varsa arkadaşınızın bakıcısının tanıdıkları, daha önce tanıdığınız birilerinde çalışmış biri olursa bu en güzeli olacaktır…
Telefon görüşmesi ve resim ile seçme. Telefon numarası ile birlikte, adayla konuşmadan mutlaka belli konuları da öğrenmiş olun. (Yaş, uyruk, deneyim, oturma ve çalışma izni var mı)
Yatılı Bakıcı Adayı İle Telefonda İş Görüşmesi:
1) Sigara kullanıyor mu?
2) Önceki işinden ayrılma sebebini sorun, eğer maaşı düşüktü yanıtını alırsanız hemen ne kadar alıyordun diye sorun. (Eğer yeterli bir maaş almasına rağmen ayrılmışsa, muhtemelen size gelince de benzer nedenden dolayı ayrılacaktır)
3) Deneyimlerini ve tek tek referans verip veremeyeceğini sorun, eğer veremiyorsa olası sebepler:
a) Öyle bir referansı yoktur
b) Çalıştığı süre, söylediğinden çok daha kısadır.
c) Kötü bir şekilde ve aniden ayrılmış olabilir
d) Başka bilmediğiniz her şey olabilir.

4) Referans veremeyenleri eleyin, referans verememe gerekçeleri size şu şekilde gelebilir:
a) Yurt dışına taşındılar.
b) Telefonumu kaybettim.
c) Numarası silindi

5) İzin günü hangi gün istiyor? Size uymuyorsa eleyin.
6) İzin gününde kalacağı evin yerini sorun, çok uzaksa gelip gidebilir mi mutlaka sorup öğrenin.
7) Evli ve çocuk sahibi mi? Çocuğu olmayan çoğu kişi çocuk bakamıyor, eğer çocuksuzsa ancak çocuk referansı varsa görüşmeyi kabul edin.
8) Oturma izni var mı? (genelde başvuruyu yaptık derler ama başvuru yapmamış olabilirler)
9) Kullandığı bir ilaç ve hastalığı var mı? (bu kısımda önemli bilgiler ortaya çıkabiliyor)
10) Ne zaman memleketine gitmeyi düşünüyor? (sizin işe başlamayı planladığınız bir dönemde memleket planı varsa önceden bilmeniz iyi olabilir)
11) Sizinle yazın tatile gelebilir mi? (Kimi bakıcı bunu tercih etmiyor)
12) Gerekiyorsa yüzme biliyor mu? Deniz ve havuza girebilir mi? (Kapalıysa bunu tercih etmeyecektir.)
Yatılı Bakıcı Adayı ile Görüşme
Nelere dikkat edelim:
1) Yüz yüzeyken de sigara içip içmediğini ve arada bir de olsa içip içmediğini sorun. Ben görüşmede şöyle bir cevap almıştım: İçiyorum ama akşam bırakacağım.
2) Eski işinde neler yaparmış, çocuğun yaşı, cinsiyeti ve adı neymiş gibi ayrıntıları alarak referans görüşmesi için bilgi toplayın.
3) Eşi var mı burada mı? Eşi yoksa görüştüğü biri olup olmadığını ve nereli olduğunu sormanız gerekiyor. (Biliyorum çok rahatsız edici görünüyor, direk özel hayata dalmış oluyorsunuz) Bazı adayların maalesef eşi memleketteyken Türkiye’de birden fazla görüştüğü kişiler olabiliyor. Bu durum başınıza dert açma potansiyeli olan bir durum. (Bunu neden öğrenmeye çalışıyoruz: Belalı birini bulma olasılığı, yabancı olduğu için acemilikten kötü niyetli birine denk düşme olasılığı, birden fazla eş tercihinde çeşitli hastalık riski vs. )
4) Aşırı gösterişli ve süslü, tırnakları uzun ojeli adaylarla o sırada konuşun: Uzun tırnak-oje bebek ve küçük çocuklar için sıkıntı yaratabilir. Çalışırken bunları değiştirmesini isteyeceğinizi belirtin, bazıları izinlerde bu şekilde kullanabilir fakat çalışırken siliyordur, o zaman sorun yok.
5) Telefon kullanımını görüşmede belirtin. Telefonla uzun konuşma ve mesajlaşmanın, dikkatini çocuktan uzak tutması sebebiyle, çocukla yalnızken mümkün olmayacağını söyleyin.
6) İzin günlerini ve saatlerini belirtin. (Size bağlı ama genelde 24 saat izin kullanılır)
7) Maaşı belirtin baştan.
8) Gece çocuk için uyanmasını isteyecekseniz baştan söyleyin.
Ortalama Yatılı Bakıcı Maaş Aralığı:
Yatılı bakıcılar için deneyimlerine göre değişen maaşlar söz konusu. Ayrıca sosyal medyada çeşitli anne ve kadın gruplarında bakıcı maaş ödemelerinin Türk lirası olarak yapılması konusunda görüş birliğine varıldı, piyasada hakim olan ortalama aralık:
1) Deneyimsiz ve 2-3 ay deneyimliler 2.500+izin parası
2) 1-2 yıl deneyimliler 3.000+izin
3) 2 yıldan fazla çocuk deneyimi/referansı olanlar 3.500 ve üzeri+izin
Yatılı Bakıcı Referansı ile Görüşme
Adayınızın anlattığı bilgilere benzerlik gösterip göstermediğine dikkat ederek görüşmeyi yapın. Adayla ilgili sadece övgü aldıysanız, durumu biraz daha irdeleyin. Farklı yaş ve cinsiyette çocuklar şeklinde çelişkiler ortaya çıkmışsa adayı eleyin. Bu konuda çeşitli deneyimler: Yine kendi memleketinden bir arkadaşını referans olarak gösterdiğini anladım. Bir görüşmede beklenmedik bir soru sorunca aniden telefon kesildi ve bir daha telefonuma cevap vermedi.
Yatılı Bakıcı İle Çalışmaya Başlama
Not: Öncelikle özellikle küçük bebeği olanların, işe alacağı bakıcının işe başlamadan önce tetkiklere giderek çeşitli bulaşıcı hastalıklarla ilgili kontrol testlerinden geçmesi önemli. Bazı ülkelerde maalesef hepatit türünde bulaşıcı hastalıklar yaygın.
Eve geldi ve çalışmaya başladı, nasıl ilerleyebilirsiniz:
1) Çalışma saatlerini belirleyin.
2) Çocukla ilgili önemli saatleri mutlaka bildirin (yemek, uyku, ilaç)
3) Sabah kalkınca neler yapması gerekiyor zamanlarına kadar söyleyin.
4) Eğer sessiz bir ev tercih ediyorsanız akşam telefon görüşmelerini kulaklıkla yapması gerektiğini
5) Gece uyanmasını ya da akşam çocuklarla ilgilenme konusunda yardım isteyecekseniz önceden söyleyin. Eğer bakıcınız gece kalkmışsa, gün içinde uzanmasını sağlayın ve ertesi akşam erken saatte mesaisini bitirerek odasına gitmesine gayret edin.
Yatılı Bakıcı İle Çalışırken Önemli Uyarılar
1) Çocuğunuzu emanet edeceğiniz için Yabancı çalışanların evi yeri yurdu belli olmadığı için ikametgâh alamazsınız ve vatandaşlık numarası da olmayacaktır. Çocuğunuzu bırakıp gittiğiniz süreçlerde pasaportunu almak zorundasınız. Neden?
2) Bu uygulama size çok insancıl gelmeyebilir, fakat nedenlerinden bazılarını size söyleyeyim:
3) Allah korusun çocuğunuz düştü ve kendinde değil ya da bir kaza geçirdi, küçük ya da büyük bir kaza diyelim. Evdeki bakıcınız da korkudan, çocuğunuzu doktora götürmek yerine çocuğunuzu bırakıp kaçmayı tercih ederse önlemi bu.
4) Aniden önemli bir işi çıkan bakıcınız çocuğunuzu önceliği yapmadan evde yalnız bırakıp gidebilir. Ya da acil işini halletmek için sizden habersiz çocuğunuzu da götürebilir.
Anlatmaya Değer Yatılı Bakıcı Anılarım
Ben 3. Çocuğumla birlikte zaman zaman yatılı bakıcılarla çalıştım. Birkaç anımdan bahsetmek istiyorum. Yatılı bakıcılar için Türkiye’ye yeni gelmiş olanlara hemen çocuk emanet etmeniz güç olur, başlarda daha çok çocuklarla ilgili diğer işleri öğretip bir düzen oturtmanız mümkün olabilir. Deneyimsiz biri ise birçok çocuk bakım işini bilmiyor olabilir. Çocuklara nasıl davranması gerektiğine kadar öğretmeniz gerekebilir. Maalesef bu konuda eğitimli olanlar çok az.
Hatta ev işleri konusunda deneyimsiz olmaları bile ihtimal dahilinde: Bu konuyla ilgili benim yaşadığım sıra dışı olaylar olmuştu. Bir çalışanı işe aldım ve işleri öğretmeye başladım. Maalesef Türkçesi de az olduğu için çalışmak kolay olmuyordu. İlk başlarda istekli ve hevesli olmasından etkilenip her şeyi 1 haftada öğrenebileceğini düşündüm ama olaylar hiç de öyle gitmedi. Kameraya anlık bir göz atmamla birlikte yemeği karıştırdığı kaşığı ağzına sokup, sonra tekrar yemeği karıştırmaya devam ettiğini gördüm. Bir keresinde de öğle vakti ocakta yumurta kaynattığımız cezveyi görünce merak edip sordum ne ısıtıyorsun diye, meğer o cezveye süt koyup ısıtıyormuş. Cezvenin içi kireç dolu olduğu için bir şok yaşamamla sütü lavaboya boca etmem 2 saniyeyi buldu.
Bir vakit de yine işe başlayan bir çalışana banyoda ki duş sisteminin nasıl kullanıldığını ve akan suyun nereden gittiğini anlatmak zorunda kalmıştım. Bir yere yetişmek zorunda olduğum için alel acele çıkmak zorunda kaldım. Maalesef kadıncağız sıcak su musluğunu ayarlayamayıp sonra kızımı çağırmak zorunda kalmış. Onunla da devam edemedik tabi ki.
Bir gün yine genç bir çalışanla çalışmayı deniyoruz, bulaşık makinesi kullanmayı bilmiyormuş ben de öğrettim doğal olarak. Ertesi gün baktım temkinli hareket edip bulaşık makinasına eşyaları korka korka yerleştiriyor. Ben de yardım etmek için yanında bekledim, demliği içi dolu ve kapağı kapalı bir şekilde bulaşık makinesine, bardakların yanına koyunca kahkahamı içime gömmeye özen göstererek, ona doğrusunu gösterdim. Yine muz rica ettim ve çocuk için olduğu için dilimlemesini istedim. Kabuğuyla dilimleyince kızcağız utanmasın diye yine gülemedim.
Yine bir gün ben gece boyunca bebekle ilgilenmişim uykusuzum. Çocuklardan ikisi uyumuş, diğeri okulda gibi hızlı ve ani gelişen bir cennet ortamı belirmişken bakıcı yanıma gelip öğle uykusuna yatacağını söyledi. Çok hızlı davranarak, birinciliği bana kaptırmadı. Ben de şok içinde devam edemeyeceğimizi söyledim tabi ve biri bebek olan 3 çocukla öylece kaldım. Yaklaşık 3 ay falan tek başıma idare ettim.
Yine harika bir deneme süresi içindeyim, bebeği emzirip kameradan AVM yönetir gibi evi kolaçan ediyorum, o sırada ekrandan gördüklerime inanamıyorum. Bizim bakıcı çocuğa biberon dolu sütü veriyor ve ocağı kapatmadan telefonuna devam ediyor. Çocuk da elinde biberonla, henüz 2 yaşında kokteyle gelmiş gibi içeceğini alıp koşarak bilinmez bir maceraya çıkıyor. Tabi hemen müdahale ettim. Aynı bakıcı geleli uzun zaman olmasına rağmen Türkçeyi öğrenemediği için bazen Mete barışa, Mete Barış! Yapmayınız! Şeklinde seslenip, Mete barışın tepişmelerine ve yerde debelenmelerine engel olmaya çalışıyor. Tabi ki o kibarlıklar Mete Barışı asla etkilemediği gibi bir nevi teşvik etkisi yarattı. Trajikomik hikâyemizde bu bakıcının da ilginç davranış modelleri bizi hayretler içinde bırakmadı değil. Pişmiş malzemelerin bir kısmını servise hazırlarken sıkılıp çöpe atmalar. Tabakları sudan geçirip makinaya koymamak için çöpe atma gibi çözümlerle pratik sağlamayı kendine alışkanlık edinmiş bir çalışanımızmış meğer. Biri bebek 3 çocuk olunca bu renkli detayları anlamak biraz zaman alabiliyor doğrusu. Bir gün yine aynı kişi çocuğu alıp sitede dolaşmaya çıkarmış. Arıyorum telefonla ulaşamıyorum ve sonra siteye bakmaya karar veriyorum site küçük, iki yol var zaten. Hemen görmem gerekiyor 2-3 dakikada ama yoklar. Bebek arabasıyla gezdiriyor olması lazım. Neyse ben de çocuğu alıp götürebileceği arkadaşlarıma bakmaya başladım. Kapı kapı geziyorum. Meğer haber vermeden bize en uzak noktada ki arkadaşıma götürmüş ve çocukları oynatıyorlarmış. Hanımefendi benim arkadaşıma ziyarete gittiği için haber vermeyi gerekli görmemiş. Arkadaşım da evde olmayınca benim haberim olmadı.

“Bu yazının 5846 numaralı Telif Hakları Kanunu uyarınca tamamının ya da parçalarının kopyalanması, izinsiz olarak yayınlanması, yazarının adının değiştirilmesi, üzerinde hak iddia edilmesi yasaktır. Kanunun 71. maddesi uyarınca bunun aksi davranışlar hakkında kanuni işlem yapılır.”

Hayatı Kontrol Edebileceğine İnanma Yanılgısı Üzerine

Hayat her zaman bizim kontrolümüzde gerçekleşen bir nesne değil ve bazen bizim ona uymamız, onun akışına katılmamız gerekiyor. İnsanları ve hayatı her zaman istediğimiz gibi kontrol edemeyiz. Her istediğimizi elde edemeyiz. İstediğimiz her şeye sahip olamayız. Her insanı istediğimiz gibi insanlar haline getiremeyiz. Çocuğumuzu istediğimiz gibi bir insan yapamayız. İş dünyamızdaki her işi ve her insanı beklediğimiz, istediğimiz gibi bir hale getiremeyiz. Bunları yapmaya çalışmak sadece bizi yorar. Bize bir faydası, bir artısı olmaz. Değiştirebileceğimiz tek insan kendimiziz. Kontrol edebileceğimiz tek ilişki, ilişkilerimizin,  bize ait kısmı. Sorumluluğunu alabileceğimiz tek hayat kendimizinki. İlişkileri yönetmekle, insanları yönetmek arasında çok önemli bir fark vardır. İnsanların, iyiliğini bile istesek, bizim beklediğimiz gibi davranmalarını beklemek, bizim için hayal kırıklığı ve boşa yorgunluk demektir. Emek verdiğiniz çocuğunuzun sizin beklediğiniz, istediğiniz gibi davranmasını ve düşünmesini beklemek, sizi üzer, çocuğunuzu yorar.

Hayat bazen akışa teslim olabilmek, anı yaşayabilmek ve tadına varabilmek ile güzel yaşanabilir. Hayata ve insanlara güvenebilmek, her işin istediğimiz gibi olmasında ısrarcı olmamak, akışa teslim olabilmek, bir nevi teslimiyet, stresimizi azaltacak bir davranıştır. Mükemmeliyetçilik dediğimiz kişilik özelliği, her şeyin istediğimiz gibi gelişmesi için ısrarcı ve baskıcı bir beklenti durumunu tarif eder. Mükemmeliyetçilik, kendi üzerimizde ve çevremizdeki insanlar üzerinde özellikle hata yapmamak konusunda baskı yaratır ve bu durum stresimizi arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Bizi yoran, yıpratan eylemler ve haller içinde olmayı biz seçeriz ve bu durumu devam ettirip, ettirmemek bizim elimizde olan bir durumdur. Stres ve zihin gerginliği zamanla bedensel ve ruhsal çeşitli hastalıklara neden olurlar. Nezle, grip gibi hastalıkların en önemli sebeplerinden biri de stres ve gerilimdir. Her istediğimizin olmasını diretmeden, daha gevşek bir halde olmaya, direnmeye ara vermeye bazen çok ihtiyaç duyarız. Sağlık bakımından zorunlu olarak bu seçimi yapmak yerine, daha önce ve kolay yoldan böyle bir hale geçmek bizim için daha faydalı olacaktır. Bir şeylerin olmasına zorlamak, bazen olayların doğal gelişimine müdahale etmek anlamına gelir. Bu durum olayın gelişimini yavaşlatabildiği gibi, zaman zaman da olayın gelişimini durdurabilir. Aşırı ısrarcı beklenti, olayla ilgili olumsuz düşüncelerin, korku ve kaygıların meydana gelme olasılığına odaklanmayı da birlikte getirir. Korkulu ve kaygılı bir yaklaşım, mutsuzluk ve gerilim demektir. Hayat, sürekli diken üstünde yaşamak için fazla kısadır, önleminizi şimdiden alın.

İçsel Yolculuğa Başlamak

Sessizlik içinde kendini dinlemeye çalışmak, her zaman mümkün olmaz. Sakin ve sessiz olması gereken zihninizdir çünkü. Dışarıya odaklanır da kendimize ses vermezsek,  kendimizi dinleyemeyiz. Bazen nefese odaklanmak gerçekten iyi bir yoldur ve iç sesiniz hemen kalbinizden yükselir, sade, yumuşak bir dille konuşur sizinle kalbiniz. Bu ses yargılayıcı değildir ve asla size sert eleştiriler yöneltmez. Bazen uzun bir sessizlik gerekirken bazen, kısa sürede sakinleşirsiniz. Kendinizle iletişime geçtiğinizde düşünce havuzunuzda yüzerken bulabilirsiniz kendinizi. Düşüncelerini bir kağıda yazmayı deneyebilirsiniz, yetişebilirseniz tabi. İçinizde beliren duyguların ise içine girmeniz şart değildir. Yalnızca orada olduklarını bilin ve onların yakınlarında dolaşın.

Duygular size biraz daha karmaşık gelebilir. Bazen duyguların vücutla bağlantısı fiziksel olarak belli bir bölgede hissedilirken, kimi zaman duygularınızla ilgili hissettiğiniz yoğunluk tüm vücuda yayılmış durumdadır. Aslında duyguyu hissettiğiniz bölgeyi tespit edip sonra oradaki duygunun çok da içine girmeden, duygu size ait değilmişçesine karşınıza alıp oturtup ona sorabilirsiniz. Ona usulca sorun, benden istediğin, beklediğin nedir? Hangi parçamı duymamı istiyorsun? Bana söylemek istediğin nedir? Bu soruları sorduktan sonra artık içinizden cevabın yükselmesini bekleyin. Size anlatmak istediğine odaklanın, mantık, aramadan, bildik kelimeler duymaya çalışmadan, kalbinizin sesini dinlemeye başlayın, size söylemek istediklerini dinleyin sessizce, yargılamadan, kızmadan, sözünü kesmeden, kalbinizi odağınızda tutarak. Tıpkı aldığınız nefesi verirken, nefesinizin içinizdeki sessiz yükselişi gibi gelecektir kalbinizin sesi.

İçsel yolculuğunuzda duyduğunuz, algıladığınız her şey sizinle ilgilidir ve size bir şeyler anlatmaya çalışır. Sessizlikte, kalbinizde yükselenlere ilginizi verin fakat müdahale etmeyin, yani sadece müdahil olun, bırakın aksın içinizden bilgiler. Siz sadece orada tanık olun olup bitene, durumun içine girmeyin ve ya bu duruma engel olmaya çalışmayın. Size söylenenleri tarafsız dinleyin ve aklınızın süzgecinden geçirmeyin. Değerlendirme aşaması belki önce duyumsadıklarınızı özümsemekle başlayabilir. İçinizin size söyledikleri tam olarak nedir? Nelere dikkatiniz çekiliyor. Görmeyi reddettiğiniz, duymaya direndiğiniz sizin hangi gerçeğiniz olabilir. Size anlatılmak istenen nedir ve hayatınızın neresindesiniz? İç sesinizle, yürümek istediğiniz yola uygun bir iş birliği içinde misiniz? İnsanlar ve olaylarla gereğinden fazla mı meşgulsünüz? Uzun zamandır kendinize kulak vermediniz mi? Son zamanlarda kendinizi değerlendirirken gereğinden fazla mı sert oldunuz? Bunların bir kaçını bile görüp kabul etmeye başlamak, iyi bir başlangıç olabilir. Kendinizle iletişim kurmayı denemek çok önemlidir ve başarı beklentisi olmadan başlamanız tavsiye edilir, her deneyim size fazlasıyla bir şeyler verir. Kendinizle iletişim yolculuğunuzda, yolunuz açık olsun.

Pek Yakında

Film konu bakımından Cem Yılmaz’ın daha önce yaptığı filmlere büyük benzerlikler taşıyor. Filmin teknik bakımdan eleştirisini bir yana bırakırsak, oyuncuların performansı bakımından çok iyi olarak değerlendirilebilir. Zafer Algöz’ün oyunculuğunun öne çıkıyor, her sahnesinde çarpıcı ve göz dolduran bir oyunculuk görülüyor. Çağlar Çorumlu için de benzer şeyler düşünüyorum, Çorumlu’nun geleceğinin parlak olacağını gösteren bir oyunculuk olmuş. Özkan Uğur ise beni şaşırtmaya devam ediyor, yıllarca zevkle şarkılarını dinlediğimiz önemli isimlerden biriyken şimdilerde gösterdiği oyunculuk performansı gerçekten etkileyici. Cem Yılmaz; Özkan Uğur’u bize kazandırmakla çok iyi bir iş yaptı. Dostlukları da daim olsun. Zerrin Tekindor’u gördüğümüz ilk sahnede ve birçok sahnede biraz şaşkınlık yaşıyoruz. Canlandırdığı karakterin, özüne tamamen zıt bir karakterde olması bir yana, kısa bir zaman diliminde oynadığı karakteri seyirciye gerçek bir kişi gibi yansıtabilmiş. Takdire layık bir performans olduğunu düşünüyorum. Ozan Güven’in oynadığı karakter ve bence konuşması çok eğlenceli olmuş. Cem Yılmaz’ın oyunculuğuna gelince, Cem Yılmaz bence bu konuda kendini ilerletiyor. Filmdeki tek görevinin oyunculuk olmadığı da düşünülürse bence büyük bir övgüyü hak ediyor.
Filmin konusu tanıdık, bildik, eskiden kötü işler yaparken, oğlu ve karısını yeniden kazanmak için iyi şeyler yapmaya karar veren ve bu konuda sıra dışı bir çaba veren adamı anlatıyor. Filmin ilk yarısı biraz durgun ilerlerken, ikinci yarısı daha dolu dolu geçiyor. Bana göre filmlerden ilham alabilmek önemlidir, filmi izleyip de hayatınıza dönerken, bir süre sonra sahneler, karakterler unutulur. Size asıl kalan filmden aldığınız ilham, fikir, bakış açısı gibi daha kalıcı ve önemli olanlardır. Filmde istediğiniz, inandığınız ve sevdiğiniz bir şeyi yapmaya yönlendirildiğinizi hissediyorsunuz. Hayatın içinde, sıradanlığında kaybolurken, unutmaya başladığımız hayallerimizi gerçekleştirmeyi hatırlıyoruz.
Filmle ilgili gözüme çarpan önemli bir nokta: Akıcı olma sorunu; bence Cem Yılmaz, filmlerini, o filme özel dünyada en iyi olanlardan oluşan güzel bir ekiple daha iyi kurgulamalı. İyi film, güzel bir ekip işidir. Hollywood filmleri bitince filmin sonunda, gördüğümüz uzun bir ekip listesi gerek yok tabi, fakat dünyada bu işi çok iyi yapan insanlar var artık.

Kusurları Olan İnsanlarla İletişim

Yaşamda hareketlerini yanlış bulduğumuz insanlar olabiliyor. Sinirlenip; öfkelenebiliyoruz ve içten içe kendimizi onlardan geri çekiyoruz, sonra bu insanların giderek bütün hareketleri bize batmaya başlıyor. Gün geçtikçe daha itici buluyoruz onları ve onlarla aynı ortamda bulunmak bile istemiyoruz. Unutulmamalı ki, kimilerinin kasıtlı olarak sergilediği kötü davranış modellerini, farkında olmadan sürekli tekrarlayan insanlar da var. Böyle durumlarda onlara, yapıcı ve sevgi dolu bir dille o davranışının karşı tarafı neden olumsuz etkilediğini anlatmak iyi bir çözüm olabilir, o kişilerin farkına varabilmesi için. Şunu da aklımızdan çıkarmamalıyız, hepimizin kusurları var, hepimiz hata yapabiliyoruz, kendimizi net bir şekilde bir aynada görebilmemiz, olduğumuz halin farkına varabilmemiz, aslında kusurlu bulduğumuz insanların da bizler gibi hataları olabilen insanlar olduğunu anlamamızı sağlar.

Özümüzde hepimiz aynıyız, bu dünyaya yaşamaya, öğrenmeye, görmeye, farkına varmaya geliyoruz. Zamanla, yaşadığımız deneyimler, ilişkiler, bizi geliştiriyor, değiştiriyor ve törpülüyor. Şu an olduğumuz halimize gelmemiz zaman alıyor. Kabul etmemiz gereken başka bir gerçek ise her insan yaşama aynı farkındalıkla başlamıyor, her insanın yaşadıklarına yüklediği anlamlar aynı olmuyor. İnsanlar ailesinden, çevresinden ve algısını yönelttiği her bir olgudan, diğer insanlardan farklı etkileniyor. Bir insana ait her hangi bir tutum, karşısındakiler tarafından düşüncesizlik olarak değerlendirilirken, başka bir insan tarafından aynı hareket düşünceli bir davranış olarak değerlendirebiliyor. Bu durum, değerlendiren kişinin, tamamen o andaki ruh haline ve karşısındaki insandan ne beklediğine göre değişebiliyor.

İnsanlarla olan ilişkilerimizde en sık yaptığımız hatalardan bir diğeri ise, karşımızdaki insanların bütün hareketlerinin kendimizle ilgili olduğunu düşünmek, oysa o kişi, o an tamamen kendi iç dünyası ile baş başa durumdayken, sizinle iletişim kursa bile, dikkatini tam olarak size verememiş olabilir. Soru sorduğunuz bir kişi kafasına takılan bir sorunla uğraşıyorken, sizin sorunuza verdiği cevabı tamamen kendi üzerinize alınmanız çok doğru olmayabilir. Her davranış, her söz, her tavır sizinle direk ilgili olmayabilir. Karşınızdaki kişiyi her nasılsa olduğu gibi görebilmek ve bu gerçeği kabul etmek önemlidir. Kişilerin davranışları ve konuşmaları, sizden çok, onların kişiliği ile ilgilidir. Her şeyden siz sorumlu olamazsınız ve her şeyi siz kontrol edemezsiniz.

Sorun yaşadığınız kişilerin, size karşı olumsuz, size karşı tavır alan bir ruh hali içine girdiğini düşünmeye başladığınızda, gerçekte durum böyle olmasa bile, hareketlerinizi ve yaklaşımınızı bu düşünceyi temel alarak ayarladığınız için, durumu siz bir gerçek haline getirirsiniz. Bu davranış biçimi aynı zamanda dışarıya, kendinizden başkasına, bir güç teslimi anlamına da gelir.

Unutulmaması gereken önemli başka bir nokta da, karşınızdaki ile ilk defa ciddi bir sorun yaşadıktan sonra, o insanın o andan itibaren tüm hareketlerini bir hata olarak değerlendirmediğinize, o kişiyi bütünüyle yargılamadığınıza emin olun. Hiç bir insan, her zaman kötü, her zaman hatalı ve her zaman suçlu olamaz. Bir davranışı yargılamakla, bir insanı genel olarak yargılamak tamamen farklı işlerdir. Bunun ayrımını iyi yapmak, aradaki ince çizgiyi görebilmek önemlidir. Hayatınızdaki kusurlu insanlara odaklanmaktan çok, kendi kusurlarınızı değiştirmeye gayret etmeye çalıştığınız bir hayat sizi daha mutlu edecektir. Ne olursa olsun unutmamanız gerekenlerden biri de, bütün olaylarda, tamamen sizin haklı olamayacağınız gerçeğidir. Baştan durumu bu şekilde var saymak, size çözüm getirmediği gibi sorunun çözümünü de baştan engeller.

Daha Mutlu Olmanın Yolu

Yaşamda güzel olanlara odaklanmayı seçebiliriz, ya da sorunlara, olumsuzluklara, çirkinliklere ve kötülüklere odaklanırız. Yaşam süreci bize çok uzunmuş gibi gelir, fakat yaşarken zamana dikkat ettiğimizde, aslında yaşamın hiç de uzun olmadığını anlarız, çocukluğumuz bir çırpıda yaşanır. Gençliğimiz, tatlı heyecanlar ve bitmeyen bir merakla geçer. Olgunluk çağı diye nitelendirebileceğimiz süreç ise yaşlılık/emeklilik dönemine kadar olan süreçtir ve en üretken olabileceğimiz dönemdir belki de. Deneyimler, yaşanmışlıklar, alınan dersler damgasına vurur bu çağa. Bu kısa zamanda neler yapmayı, planladınız, nelere adım attınız ve ne kadar ilerlemeyi seçtiniz. Bu seçimleri bilinçli olarak yapmak ve planlamak önemlidir. Gelişigüzel bir ilerleme bir süre sonra karmaşıklık ve tıkanıklık olarak son bulacaktır. Hangi işe neler yapmak için girdiniz, başka neler yapmak istiyorsunuz. Her zaman yapmayı istediğiniz işler, eğitimine başlamayı istediğiniz, sanatsal, sportif aktivitelere ne zaman başlamayı planlıyorsunuz? Henüz başladığınız veya tam ortasında olduğunuz eylemlerin şu an neresindesiniz, planı ve programı nedir ve gidişatı nedir. Değiştirmeyi düşündüğünüz alışkanlıklar; daha az uyumak, televizyon izlemeyi bırakmak, daha az çay kahve tüketmek ve sigarayı bırakmak, bunları ne zaman hayatınıza geçirmeyi düşünüyorsunuz?

Yaşam yapmayı planladığınız şeyleri yapmaya başlamak bakımından ciddiye alınması gereken bir olgudur. Sorunlar yaşadığınızda, gücünüzü önünüze çıkan engellere, sorunlara ve kişilere veriyorsanız, bu; kişileri ve olayları gereğinden fazla ciddiye aldığınız anlamına gelir. Yaşamda hayatımızda olanların her birine bir görev ve rol biçilmiştir ve bu rol dağıtımını çoğunlukla biz yaparız. Görevlendirdiğiniz insan size bir dersi öğretmeye gelmiştir, bu dersin ne olduğunu öğrenin ve uzatmadan bu kişiyi görevinden alın. Bu kişiyi ve sorunu gözünüzde çok fazla büyütmeyin ve kafanıza takmayın. Aslında bu bir yanılsama ve yaratımı size ait. Yaşam bir oyun alanı aslında ve oyun oynamaya çocukken başlıyoruz, büyüdükçe yaşamın bir oyun alanı olduğunu unutuyoruz. Bu yüzden büyümek, yaşamımıza yorgunluk, mutsuzluk ve keyifsizlik getirebiliyor.

Dinlerde bütün insan ilişkilerinin ilahi bir sistem ve akış dahilinde olduğu belirtilir, fakat bu, olayların sorumluluğunun tamamen yukarıya ait olduğu anlamına gelmez. Olaylar esnasında yapacağınız seçimler ve sizin bu olaylara olan yaklaşımınızın nasıl olacağının seçimi size aittir. Bir de olaylar içinde görmeniz gereken önemli bir nokta da, olaylar karşısında hissedilen duygularınız başka insanlara mı bağımlı yoksa içeriden yani sizin tarafınızdan mı yönetiliyor? Size bağıra çağıran ve hakaretler yağdıran insanlar bütün gün sizin duygu dünyanızı ve neşenizi tekeline mi alıyor yoksa siz duygularınızın efendisi olmayı başardınız mı? Psikolojik şiddet gördüğünüzde anlık moral bozukluğu yaşayabilirsiniz bu doğaldır, fakat konunun üzerinde saatlerce durmanız, bütün gün kafanıza takmanız ve vaktinizi ve enerjinizi intikam planlarına ayırmanız sizi, bu olayın ve bu kişinin ele geçirmesi anlamına gelir. Böyle bir olay yaşadığınızda:

  • Olayla ilgili duygusal bağınızı mümkün olduğu kadar çabuk kesin, olayın ve duygularınızın üzerinde durmayın
  • Olaya mümkün olduğu kadar geniş bir pencereden bakın ve konuyu değerlendirirken, bu olayda kendimle ilgili görmem gereken nedir diye kendinize sorun. Sürekli benzer olaylar yaşamanızdaki, benzer kırgınlık, kızgınlık ve üzüntüler yaşamınızın sebebi, sizin hangi yönünüzle ilgili olabilir ve bu yönünüzü değiştirmenizin yolları nelerdir. Siz bu yönünüzü değiştirirseniz, benzer olaylara ve kişilere vereceğiniz tepki de değişecektir ve artık eskisi gibi üzülmek zorunda değilsiniz.
  • Kişilerin davranış ve sözlerini üzerinize almayı bırakın, bu durum kişinin karakteri ile ilgilidir. Kimsenin huyunu değiştiremezsiniz, fakat o kişinin sevmediğiniz davranışına vereceğiniz tepkiyi değiştirmek sizin elinizde. Bunu yaptığınızda artık tekrar tekrar aynı sorunları yaşıyor olmayacaksınız.

Bana Rüzgârlarla Gel

Bana rüzgârlarla gel

Bitmeyen bir umutla bana gel

Bana beklentisiz gel

Pijamalarını bile almadan gel

Sessizlik de olabilir, sohbet de

Bana hiç bir şey planlamadan gel

Kuşkuları bir kenara bırak,

Bana hoşgörüyle gel, sessizce gel,

Bırak düşünmeden dökülsün kelimeler

Bana sevinçle neşeyle gel

Belki bu son görüşmemiz olur

Hayat kısa ne de olsa dostum

Bana hesapsız gel, yürekten gel,

Benimle bir masada yemeye gel

Aynı demlikten içmeye gel

Gözlerin sevgiyle baksın dostum

Samimi bir muhabbete hasretiz, gel

Beni çok özlediğinden, koşarak gel.

Açtım kollarımı seni bekliyorum dostum.

Sana açık her zaman yüreğim ve kapım.

Gel bari sen kıskanma beni

Bari sen kıyaslama kendinle beni

Ne kadar eşsiziz görmüyor musun?

Bana bedenden geçip ruhunla gel

Yüreğinde sevginle gel

Gel sevgini, sevgime katayım

Çorbamı, çayımı seninle paylaşayım.

Yeter ki artık gel dostum…

 

Funda K. Bilgin 4 Şubat 2014